24 Haziran 2014 Salı

Film Arası: Yağmuru Bile

Yağmuru Bile: Biz Bu Ülkeyi Küreselleştirsek de mi Saklasak Yoksa Küreselleştirmeden mi Saklasak?


Sıklıkla yaz yağmuruna maruz kaldığım bu uykulu Sakarya havaları aklıma iki yıl öncesinde bir fanzin için kritiğini yaptığım "Yağmuru Bile" orjinal adıyla "Even Rain" isimli Gael Garcia Bernal filmini getirdi.. Yağmurdan mı yoksa Gaelito aklıma düştüğünden mi bilmem filmi tekrar seyrettim ve bir yorumla sizlerle paylaşmak istedim..

Küreselleşmenin hızla yayılmasıyla beraber dünya siyasetinde de kökten bir değişikliğin meydana geldiğini söyleyebiliriz. İşte tam bu bağlamda, dünyada sınırların kalkmasının ve kültürlerin kaynaşmasının, sığ bir küreselleşme tanımı olarak sıkça kullanıldığını duyarız. Peki nedir küreselleşme? Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açısından global bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına gelmektedir. Küreselleşmenin günümüzde bir çok yararı bulunmasına rağmen bir kısım çıkar grupları küreselleşmeyi kendi lehlerine çevirip zayıf bir kesimden rant sağlamaktadır. Gözlerimi de Al (Tedoy Mis Ojos, 2004) filminden tanıdığımız yönetmen Iciar Bollain'in beşinci filmi olan Yağmuru Bile (Even Rain) bu yaraya parmak basan, gayet güzel ve yalın bir dille anlatılmış, izlerken yaşanılan bir film. Bir devlet kendi insanlarına ait ve onların en doğal hakkı olan suyu nasıl satar? Üstelik sadece bir nesile değil, onların çocukları ve torunları şeklinde devam edecek çarktaki tüm insanlara ait ve karşılanması zorunlu olan bu hizmeti... İnsanın aklına gelen ilk soru bu oluyor ve gidip yetkilileri şöyle bir dürtesiniz geliyor: "Hey siz iyi misiniz?!"
Filmin konusundan bahsedelim. Sebastian (Gael Garcia Bernal) hırslı, sempatik ama çok inatçı bir mizacı olan bir yönetmendir. Bolivya'da, X. yüzyılda İspanyol'ların Güney Amerika kıtasını keşfetmesine ve burayı sömürgeleştirmesine dair bir film çekmek ister. İnatçı yönetmen oldukça cimri finansörüne rağmen bu kıtaları tekrar keşfe kararlıdır. Gittiğinde halk tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanır ve bu ilgi çok hoşuna gider. Ancak bir müddet sonra işler tamamen değişir. O esnada ise Bolivya'da süregelen su özerkliği karmaşası yaşanmaktadır. Film ekibi bu su sorunundan ve insanların işkence görmesinden oldukça rahatsızdır. Ancak bir de olayın şu boyutu var ki film boyunca oynattıkları figüranlara yok denecek kadar az para vermektedirler. En sonunda bu olay film çekimlerini aksatmaya ve kısa zamanda mafsallaşmaya dönüştürür, bu mafsallaşma ise, çok geçmeden, ikisi hariç ekip arkadaşlarının Sebastian'ı yalnız bırakmasıyla yerini büyük bir boşluğa bırakır. 




Oyuncu performanslarına gelecek olursak. Filmin adını ilk duyduğumda kadroya bakıp Gael Garcia Bernal'ın İsmini gördüm ve şöyle düşündüm: "Acaba Paramparça Aşklarve Köpekler'deki (Allejandro Gonzales Innatitu'nun 2000 yapımı yenmeyip yanında yatılası alamet-i farikasıdır) Gael mi bu?" Onu o performansıyla izlediğimden bu yana o filmdeki Octavio karakteri, Gael için aklımda kalan tek imge. Veee evet! Gael bu filmde de yine sempatik ve hırslı, yani star kimliğini bu filme de taşımış ve gayet başarılı olmuş. Öte yandan filmdeki diğer oyuncular da hatırı sayılır performanslarıyla "Acaba ben bu filmde sadece Gael'i mi izlerim?" endişemi boşa çıkarmış oldular.

Filmin en önemli yanlarından biri de karakterlerin kendileriyle çelişen kararlar alması. Özneğin, Anton (Kara Elejalde) 'küçük dağları ben yarattım' gibi umursamaz bir havada gezerken, filmin bir sahnesinde belediye başkanı ile yaptığı konuşmada ve son sahnede yönetmenine verdiği destekle aslında alkışa şayan bir insan olduğunu düşündürüyor. Aynı şekilde Costa (Luis Tosar) karakteri de "Bu nasıl bir insan yahu?! Film için dünyanın parasını harcayıp bencillik ediyor. Sonunda yaptığına bak!" dedirtmiyor değil hani. Filmin diğer karakterleri ise filmin sonunda kendileriyle ilgili edindiğimiz izlenimleri yerle bir ediyorlar. Filmin özellikle bir son sahnesi var ki kocaman bir alkışla "İşte budur!" tezahüratlarına yol açtıracak cinsten. Benim bu filmin özeti saydığım sahne de odur aslında.. Filmde anlatılan direniş içerisinde, sizlere hiç bahsetmeyip sürpriz olarak sakladığım ve adını ilk kez ve sadece burada geçireceğim Daniel'in (Carlos Aduviri) bu hediyesi filmin mottosu da olmalı aynı zamanda "Son sözü daima direnenler söyler!"



Ve filme dair son bir not: Bir zamanlar kendisinden ders aldığım bir sinema hocası "Çocuk sinemada geleceği simgeler" demişti. Şimdi sorasım var: Filmin sonunda, filmin kahramanlarından biri olan kız çocuğu harap bitap bir şekilde... Peki, gelecek adına bu kadar pesimist miyiz? Ya da olmalı mıyız?

* Fotoğraflar internetten alıntıdır. 

2 yorum:

  1. halkın en büyük düşmanı kapitalizm dir ! mükemmel olmuş

    YanıtlaSil

"Güzel yazı, emeğinize sağlık, benim sitem de şu ben de beklerim, bu bir otomatik yorumdur" tarzı sadece yorum yapmış olmak ve link bırakmak amacıyla yapılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Alakanıza teşekkürler :)